13 Nisan 2005 Çarşamba

Tarih Nedir?

.
Ilber Ortayli, Turkiye Gunlugu Mart-Nisan 1996
...
Fakat ortada tarih yazımı ve tarihçilik açısından bir problem vardır. Aydınlanma dediğimiz çağın tarihçilik düşüncesine çok büyük zararları olmuştur; çok büyük de faydalari olmuştur. Tabiî bize mekteplerde okutulan, sadece çok büyük faydaları olduğudur; her şeyin çok açıldığı, geliştiği tarzındaki yaklaşımdır ve bu soğukkanlı olmaktan çok gürültülü bir slogandır. Aydınlanma devrinde maalesef tarihin belirli bir yorumu ve kullanımı söz konusu oluyor. Bunu ne Eski Yunanlılar ne de İslâm tarihçileri yaptılar. Yani kimse İbn Haldun'un, falan veya filan devletin büyük olacağını, tarihin en gâî noktası ve öz varlığı olacağını söylediğini iddia edemez. Ne Reşidüddin'den, ne Heredot ve Thukydides'ten böyle bir şey çıkar. O zaman ortada bir büyük problem var. İçinde yaşadığımız Akdeniz dünyasından söz ediyoruz. Bu tarihçiler birbirlerini hep biliyorlar ve öyle doğu medeniyeti, batı medeniyeti gibi yoz ayırımlar da yapmıyorlar. Bu Rönesans asrından sonra âdet oldu. Tabiî batılılar çekiyor başı. "İslâm medeniyeti" diyor. Halbuki Müslümanların medeniyeti var. Bunun muhteşem başarıları, özgün yanları da var, ama kastedilen mânada İslâm medeniyeti yok ve olmaz. Müslümanların medeniyeti, hattâ kendi akidelerine göre çizdikleri hat ve çeşitlemeler var ama, İslâm medeniyeti yok. Ne anlamda yok? Çünkü tâbir infiratçıdır (izole edicidir). Ama tuhaftır, kabul görüyor. Oysa İslâm medeniyeti, Çin, Japon, İnka, Maya medeniyetleri gibi bir şey değil. Akdeniz'in çevresindeki birikmeyle, Eski Yunan'dan, Eski Mısır'dan beri hem dinî düşüncemizde ve akidemizde hem de maddi düşüncemizde, kaba gözlemimizdeki metodların insanların birbirinden geçişiyle (ayrı dillerde fakat aynı zamanda birbirleriyle de çok garip bağlantıları olan dillerde -ayrı yazılarda- fakat yine birbirleriyle de bağlantısı olan yazılarda) kümülatif yığılmayla ortaya dökülmüş bir şekli. Bu kültür çevresi Akdeniz dünyasıdır. İçinde gerçi varyantlar vardır, o ayrı bir şey. O halde bizim için Heredot da Thukydides de İslâm tarihçileri de bir büyük akımın, kalıntının devamıdır ve birbirlerini tamamlar. Bu saf bir bilim düşüncesidir aynı zamanda. Bu tarihi temeldir. Nitelik bakımından Çinli'nin medeniyeti gibi Çinli etnik gruba has bir şey değildir. Beynelmilel bir varoluştur.

Sosyal bilimlerde kurtuluş; felsefede, tarihçilikte kurtuluş için Judeo -Helen-İslâmî düşünceye geri dönmek lâzımdır. Çağımız insanının bu üç dildeki kaynakları iyi öğrenip, iyi çevirip düşünmesi, değerlendirmesi lâzımdır. Niçin üç dili öğrenmeli diyoruz? Vakıa bu üç dilden Türkçeye değilse de başka dillere çeviri var; ama filozof ve yorumcu orijinalden her zaman yeni zenginlikler çıkarır. Bu tipte bir hümanizm, bu tipte bir hümanist gymnasium lâzımdır. Tabiî bu bizde doğru anlaşılmamıştır. Hümanist denince Yunanca ve Latince anlaşılmıştır; yanlış değil, ama yetersiz. Bu grupta idealistler vardı. Fakat yetersiz bir görüştü, yetersiz bir bilgi birikimi ve yorumuna dayanıyordu.

Sosyal bilimcimizin de din bilginimizin de bunların hepsini bir arada yapması lâzımdır. Batı klasik tipteki hümanist eğitimi terk ediyor. Bunun sıkıntılarını da çekecek.

Medeniyet tarihi açısından en tehlikeli şey Aydınlanma Çağı'nın tarih yaklaşımıdır; çünkü tarihi yorumla kademelere ayırmışlardır. Teleolojik, gâî bir yorum getirmişlerdir. En iptidaîsi Voltaire'dir. Bu çizgiye Weber, Tonnies, Kari Marx dahildir. Marx ki çok kozmopolit ve ön yargısız görünür. Rusya'ya karşı Osmanlı İmparatorluğu'nu savunacak kadar, o dönemin Avrupalı tavrının dışındadır ve muhtemelen Yahudiliğinden gelme -gayri hristiyan bir tutuma dayanan başka bir tarih kalıbı vardır; bunlar ayrı. Fakat dikotomi dediğimiz kutuplaşma, gelişme çizgisine inanmış bir adamdır. Maalesef 18-19. yüzyılın Avrupasmdan gelme genel tutumu budur işte. Çünkü hiç bir zaman, belirtildiği gibi ne Titus Livius'da, ne İbn Haldun'da, ne İbnü'l-Mukaffa'da böyle bir yaklaşım yoktur. Onlar tarihe tarih olarak, somut bir şey diye, somut bir enformasyon diye bakmışlardır. Yorumlamamışlar mı? Elbette yorumlamışlar. Toplumlarda böyle mekanizmalar var, diye ortaya koymuşlar. Bunu en iyi de İbn Haldun yapıyor. Biraz zeki insanı müthiş çarpacak bir bilgi vardır onda. Çok dikkatli bir metin okuyucusu olan Ümit Hassan, İbn Haldun'u tanıyınca allak bullak oldu. Hiçbir zaman İbn Haldun gâî bir yorum yapmıyor. Çok sağlıklı bir bilgi veriyor. Eski Yunanlılar da böyle. İşte Aydınlanma'ya geldiğimizde tarihin gâî bir yorum için kullanıldığını, toplumun geleceği için programlandığını ve orada hedonist duyguların hâkim olduğunu görürsünüz. Fransız İhtilâli'yle saadet gelecek deniyor; toplumda saadet olur mu? Mesela Feminist hareket ile kadınlar mutlu olacak deniyor; öyle bir şey olur mu? Kadınlar bu hareket sayesinde idame-i hayat edecek; geçinmek için, yaşamak için, çocuğuyla birlikte var olmak için... Çünkü toplum değişiyor. O değişen toplumda yeni şartlar, yeni gereçler lâzım. Hareket budur. İnsan mutluluğu nedir sonra? Hiç bir zaman bilinmez, ölçülmez bir şey. Bunun yanında böyle bir görüşle tarih yorumu kitlelere mal olmuştur; bu çok önemlidir. Artık insanoğlu tarihi doğal duygusuyla, bir hayvan (!?)olarak geçmişini merak ederek değil, bir şey inşa etmek için kullanıyor. Bu hem ilginç fakat hem de sapkın bir yönelim. Büyük bir değişim. Eski dönemin insanı tarihi bir şey için yorumlayan, merak eden bir hayvandı(!?); bütün özelliği buydu. Bugün geleceği inşa için kullanıyormuş. Bu değişimdir. Değişen tarih ilmi değil, tarihçi ve tarih okuyucusu; pek yararlı ve tutarlı değil, bir yere de varmaz.
...
Makalenin Tamami Icin Basliga Tiklayiniz.
.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı