1 Ağustos 2006 Salı

İnsanlık Kana'da Ölürken...


Sadık Yalsızuçanlar
Kana(da çocuk) Kan(ı) Akıtmanın Politik Teolojisi
.
Siz bu satırları okurken Lübnan’da ölen sivillerin sayısı kaça yükselecek bilmiyorum, bugün itibarıyla beş yüzü aştı.

Kana saldırısını aynı anda aynı haber kanalından (hoş CNN dahil tematik TV kanallarında Lübnanlı çocukların üzerine yağan ateşe ilişkin haber bulmak için saatlerce beklemek gerekiyor) ‘seyreden’ (Hamas ve Hizbullah’ı terör örgütü olarak niteleyen, antisemitizmi lanetleyen sosyal(ist) demokrat) bir arkadaşım telefonda, ‘Hitler işini yarım bırakmış’ biçiminde tüyler ürperten bir cümle sarf ediyor. Cümleyi duymadan az önce Birleşmiş Milletler’in İsrail temsilcisinin konuşmasını dinlediğimde de tüylerim diken diken oluyor.

Temsilci, Lübnan’da başı parçalanan, kolları bacakları kopan, göz yuvalarında pıhtılaşmış kanla topraktan bir kan çamuru oluşan yüzlerce çocuk için çok üzgün olduklarını söylüyor. Şöyle diyor yaklaşık olarak: ‘Biz kendimizi savunuyoruz. Asıl mağdur biziz. Sadece Hizbullah ve onu finanse eden, koruyan, yüreklendiren, destekleyen ülkelerden değil, tüm (Müslüman) dünyadan varlığımıza yönelik bir tehdit söz konusu. Herkes bize düşman. Lübnan’da ölen çocukların asıl katilleri bize kendimizi savunduğumuz için saldıranlardır. Hizbullah, dünyanın en büyük ve tehlikeli canavarıdır. Lübnan bu canavarı bizzat kendi eliyle beslemiş, büyütmüştür. Suriye ve İran desteklemiştir, desteklemektedir. Mazlum İsrail halkı Hizbullah canavarının tehditlerini püskürtmek için kendisini korumaktadır. Biz, ölen siviller, çocuklar, yaşlılar ve kadınlar için çok üzülüyoruz. Ama eminim İran ve Suriye’de, Şam’da bu ölümler için kutlama partileri düzenlenmektedir.’ Konuşma böyle uzayıp gidiyor. Adamın yüzünde ölümün, öldürmenin, ölmenin donmuş karesi. Ölüm için bir düşünür, ‘ifadenin bitmesidir’ der. Hem ‘dil’in hem ‘yüzdeki ifade’nin. Burada dil de ifade de bitiyor sanki. İnce ayarlı, nokta atışı yapabilen roketlerle tahliye edilmiş bir (sivil) binanın alt katına ‘sığınmış’ çocukları hedef alıp onları vuran, parçalanmış çocuk bedenlerine bakarak, ‘biz dünyanın en büyük canavarından kendimizi korumaya çalışıyoruz, biz mağdur ve masumuz’ diyebilmek için insanın yüzünün (ifadesinin) ölmüş olması gerekir. Burası dilin bittiği yer olsa gerek. Böylesi bir cümle kurmakla, ‘Hitler işini yarım bırakmış’ demek arasında hiçbir içerik ve nitelik farkı yoktur. Vaktiyle iki yüz elli bin sivili acımasızca katleden, ekmek kuyruğundaki yüzlerce insanın bedenini lime lime eden, on binlerce kadına tecavüz eden Sırplar da, kendilerinin mazlum ve mağdur olduklarını söylüyorlardı.

Bu mağduriyet psikolojisi dinî/etnik milliyetçiliğin yedeğindedir. İnsan öldürerek bir şeyler anlatmak, olsa olsa Schuon’un dediği gibi, bir ‘bozulma, çürüme ve kokuşma’ halinin eseridir. İbn Arabi, Fütuhat’ın Seferler Kitabı’nda ‘Allah’tan korkunun olmadığı yerde var olanın kendisini bozulmaktan kurtaramayacağı’nı söyler. Dünyanın gidişatı, bize teknik gelişme, uygarlık, insan hakları kültürü, demokrasi vs. gibi yüceltilen, erdemli, mütekamil bir yeri değil aksine kıyameti haber vermektedir. Bu muazzam çılgınlık, bu histeri, bu şeytani dalga, bu bozulma ve çürüme, vaktin sonunun geldiğini söylemektedir. Birleşmiş Milletler’in olağanüstü gündem toplantısında bir tek veto olduğu için İsrail aleyhine bir ‘kınama’ kararı bile alınamamıştır. İlkin anayolların, elektrik ve su şebekelerinin, haberleşme kanallarının, hastanelerin, acil ve zorunlu ihtiyaç kurumlarının yerle bir edildiği, doğrudan sivil yerleşimlerin bomba sağanağı altında kaldığı, yüzlerce çocuk, kadın ve kendini savunamaz sivilin katledildiği bu acımasız saldırı karşısında Humeyni’nin ‘Big Satan’ diye nitelediği ABD’nin dışişleri bakanı, saldırıya destek kararının ne denli olumlu, yerinde olduğunu açıklamakta, Avrupa’nın uygar demokrat, gelişmiş ülkeleri seyirci kalmakta, birkaç cılız kınama ve ateşkes çağrısı yapan ülke dışında hemen tüm Müslüman memleketler de suskun kalmaktadır. Boşnakları yeryüzünden kazırken bunu bir mağduriyet psikolojisiyle açıklayan Sırplardan farklı olarak bir ‘şeriat devleti’ olan İsrail, yüzyıllardır ve özellikle yüzyılın ilk yarısında düçar olduğu büyük bela ve musibetlerden ders almamış görünmekte, aksine çocukları katletmeyi politik teolojisinin bir parçası olarak algılamaktadır. Cezayir’e karşı kendi ülkesine şiddetli bir biçimde muhalefet yürüten Sartre gibi onurlu bir okuryazarı da yaratamamış olan ülkemizin ise (Nuray Mert ve Mehmet Bekaroğlu gibi tek başına bir erdem ordusu gibi uğraş veren birkaç cesuryürek dışında) durumu daha da içler acısıdır. İsrail başbakanı, dünyayı tehdit edercesine ateşkesin hiçbir biçimde düşünülemeyeceğini açıklıyor Birleşmiş Milletler toplantısından az sonra. İsrail, dünyada giderek derinleşen ve yaygınlaşan antisemitizmi sanki bilinçli bir biçimde güçlendirmek için çaba harcıyor. On yıllardır bölgede kan ve barut kokutan bu müteharrik tarafı durduracak veya caydıracak bir sağduyu cephesi de yok.

Temsilci, ‘Biz’ diyor, ‘barış ve umuttan yanayız. Biz çocukların ölmesini değil, okullarında mutlu bir şekilde okumasını isterdik...’ Bir Allah’ın kulu çıkıp sormuyor, o halde neden o çocukların barındığı o yoksul evlerinin tepesine roket yağdırıyorsunuz? Niçin yıllardır Filistinli çocukların üzerine tank sürüyorsunuz? Bununla mı barış ve umudu koruyacak, merhameti koruma isteğini uyandıracaksınız?’

Bu bir oyun kuşkusuz, ‘bir oyun, bir oyalanma’nın parçası, bir boyutu. Yüz milyonlarca insanın acımasızca katledildiği bir çağda, bir dünyada, bütün bu akıl almaz işlerin niçin olduğunu kavramak idrak sınırlarını aşıyor. Büyük düşünürleri aciz bırakıyor. Bu denli Celal’li tecelliler niçin olup bitiyor anlamak imkansız.

‘Peki aslolan adalet ve merhametse’ diye soruyor düşünürler, ‘bütün bu olanları nasıl açıklayacağız?’

Yüz binlerce çocuğun, çaresiz, güçsüz insanın katledilmesi, on binlerce kadının tecavüze uğraması, bebeklerin parçalanmış bedenlerini tutarak roket ve kurşunlardan, nükleer ve kimyasal katledicilerden kaçan annelerin babaların nereden, niçin ve nereye koştuklarını anlamak bizim için imkansız görünüyor.

‘Biz kendimizi savunuyoruz’ veya ‘Hitler işini yarım bırakmış’ sözleri kadar anlaşılmaz bütün bunlar...
.
01.08.2006 Zaman
.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazara böyle önemli bir konuya böylesi içtenlikle değindiği için çok büyük minnet duyuyorum. Ancak bu yazılar ne zaman sonuç verecek, ne zaman bitecek bu zulüm, insanlar neden bu kadar kör? Filistinde ağlayan annenin sesini hiçbir politikacı duymuyor mu? Küçücük, masum bedenlerden akan kan hiç mi acıtmıyor başımızdaki laf ebelerinin yüreğini? Bizler hiçbir şey yapamıyoruz muyuz din kardeşlerimiz için? Hiç olmazsa dualarımızda unutmayalım onları. Onlar bizim kardeşimiz.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page

 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı